top of page

Özkan Bey'le Tartışma

Sanatın yalnızca onu talep edenlerle ilişkide olması yeterlidir. “Başkalarına ulaşmak” diye bir sorun üretmenin sanat ürününe bir yararı olmayacaktır. Sanatsal yaratıcılık, zaten tek başınalık, yalnızlık gerektiren bir uğraş. Sanatçı, eğer geri dönüşler beslemeler gereksinimi içindeyse, bunu güncel sanatsal gelişmeleri takip ederek giderebilir.

Özkan Bey, sanat konusunda tam bir elitist. Ödünsüz bir seçkinci. Saf ve pürüzsüz sanatı savunuyor. Nitelikli sanatın kitlelere ulaşamamasını, önemli bir sorun saymıyor. Hatta doğal buluyor. Sanatın kitleselleştirilmesi için yapılan müdahalelere, sanatın sulandırılmasından kaygılanarak mesafeli yaklaşıyor.


Özkan Bey’in sanatçı dedikleri ise en iyiler, onları Sahaf’ta tavanın hemen altında duvara asmış. Erişemezsiniz. Dosteyevski, Çehov, Kafka, Pavese, Camus, Lorca. Sanatçı ve yapıtı.Sanat kuramını bu iki asli öğenin dışına taşırmaya hiç gerek yok ona göre.


Sabahattin Ali, Sait Faik, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet. Sanatı hep en iyilerin eylemi, üretimi sayıyor. Ne olursa olsun bu düzeyin düşmesine izin verilmesini istemiyor. Eğer onlar kalitesinde yazamayacaksa bir insan kalemi eline hiç almamalı. İyi bir okuyucu, izleyici olmak sanatsal sürecin etkin bir öğesi olmak için yeterlidir ona göre.


Özkan Bey’in en çok hoşlandığı işlerden biri raf- lardaki kitapları rastgele karıştırmak, elindeki büyüteçle onların isimlerine, içindekiler sayfala- rında göz gezdirmek. Bugünle bir bağlantı yaparsa ya da bir çağrışımla geçmişe doğru yollanırsa ne mutlu. Burada rastlantılardan oluşan bir bağlantı, eşleşme, onu heyecanlandırıyor. Örneğin, Ezra Pound şu anda birkaç doğrultunun çakışmasıyla ortaya çıkan bir isim. Özkan Bey’le Saadet Hanım, geçen hafta Venedik’teydiler. Stravinski’nin mezarını görmek istemişler. Onun mezarını ziyarette görmüşler ki hemen yanı başında Ezra Pound’un mezarı.


Biraz önce raftan çektiğinin bir Ezra Pound kitabı olmasına, bir de 52. sayı Sözcükler’de yayımlanmış bir Ezra Pound şiiri eklenince, dört bir yanının nitelikli sanatla kuşatılmış olmasından bir kez daha sınırsız mutluluk duyuyor.

Özkan Bey’le nitelikli sanatta anlaşıyoruz.


Nitelikten hiçbir biçimde ödün verilmemeli.


Ama bir adım sonra ayrılıyoruz. Bana göre sanat alanında demokratikleşme bir zorunluluk, nitelikli sanat en geniş alanda kitlelerle buluşabilmeli. O zaman da Özkan Bey’e göre karşımıza bir dizi sorun çıkıyor.


Bunların çoğu da nitelikli sanatı yüzeyselleştiren müdahaleler. Anlaşılıyor olmak için yapılanlar, yapıtın derinliğini yok eden girişimler olmakta.


Özkan Bey, kitlelere ulaşmak için zorlanmaya hiç gerek olmadığı kanısında. Ben demokratikleşmeden yanayım. Bu nitelikli sanattan herkes payını almalı. Çünkü deha ölçüsünde yaratıcılığa sahip bir sanatçının üretimi, aslında her zaman insanlık adına. Bunu, benzersiz de olsa sanatçının kişisel eylemi sayamazsınız. Yapıtın muhatabı her zaman toplum ve daha geniş çerçevede insanlıktır.


Sanatın yalnızca onu talep edenlerle ilişkide olması yeterlidir. “Başkalarına ulaşmak” diye bir sorun üretmenin sanat ürününe bir yararı olmayacaktır. Sanatsal yaratıcılık, zaten tek başınalık, yalnızlık gerektiren bir uğraş. Sanatçı, eğer geri dönüşler beslemeler gereksinimi içindeyse, bunu güncel sanatsal gelişmeleri takip ederek giderebilir.


Kitleselleşme, yaygınlaşma, sanatsal yaratıcılığı düşürmez, tersine daha fazla üstün yaratıcının sürece katılması sağlar. Yaygınlaşma, nitelikli sanat olasılığını artıran bir etkendir her zaman.


Sanatta elitizmi nasıl yadsırsın? Sanat aslında eylem olarak elitist davranış. Herkes yaratıcı olamaz. Sanatçının ötekilerden ayrılması kaçınılmazdır. Eğer ötekilerle eşitlenmeyi amaçlasaydı, birkaç kat aşağıya atardı kendini olur biterdi.


Sanatta elitizmi kolaylıkla yadsıyamayız, bunun farkındayım. Hatta elitizmi önerebiliriz de. Öncelikle de sanatsal yaratıcılıkta. Elbette sanatçı çok ileri düzeyde bir yaratıcılığa sahip bulunmalı. Çünkü geniş bir kitleyle çok geniş bir zaman aralığında birlikte olacaktır. Dolayısıyla hem zamana dayanıklı olmalı hem de ufku geniş ol- malı. Çok çeşitli konumlardaki beklentileri karşılamalı. Değişik birikim düzeyindeki insanları yakalayabilmeli, hepsini kendi etki alanına sokabilmeli. Bunu başarmak ortalama bir yeteneği aşar. Dolayısıyla sanatçı yaratıcılığında elitizmi savunmalıyız.


Elbette, sanat ileri düzeyde birikimi ve yaratıcı aşamada yeteneği gerektirir. Ortada bu kadar üstün yaratıcılık ürünü klasik varken ve bunlar yüzyılları aşma becerisini göstermişken, hâlâ yeni üretim peşinde koşmak, ne derece anlamlı. “Yeni yaratım” diye direnmek klasiklere yönelecek zamandan harcamak değil mi? Klasikler, değerlerini bazen yüzyılları bile aşarak kanıtlamışlardır.


Ama bu, sanatsal etkinliğin bütünüyle elitist olması gerektiği anlamına yine de gelmez. Çünkü sanatsal süreç, yaratıcı ve ürününün yanı sıra sa- nat tüketicisini de kapsayan bir süreç. Sonunda bir “sanat eylemi” derken, izleyenin, okuyanın ya da tüketicinin yeniden üretimiyle tamamlanan bir süreçten söz ediyoruz. Tüketicinin bulunduğu bu aşamada elitizmden söz edemeyiz. Onlar, çok değişik katlarda yer alabilir, çok değişik ba- kış açılarına sahip olabilirler. Sanat tüketicisi o kadar geniş bir çeşitlilik gösteriyorsa, sanatsal yapıt da herkesi kuşatan bir ufka sahip olmalı.


Sanatın asıl özelliği zamana dayanıklı olması. Sanatsal sürecin üç aşamasında da bulunmak gerekmez. Onun ışığından, sondaki izleyici, okuyucu olarak pay alsak bile bize yeter. Sanat, bizi kendi büyüsüne çeker. Biraz çabalarsak yaratıcıyla aynı kata bile çıkabiliriz. Ortadaki sanat birikimini, ürün toplamını edinmeden, üretime girişmek aslında bir yanılgı. Eğer sanatı sorun edinen varsa, buyursun klasikler ortada, onlarla özdeşleşsin.


Biz Özkan Bey’le elitizmi tartışıyoruz ama belki de öncelikle, kavramlara hangi anlamları veriyoruz, karşılıklarını tam belirlememiz gerek. Bunu yapamazsak bir karışıklığa düşeriz, anlaşmamız çok zorlaşır. Özkan Bey, elitizmi sanatsal sürecin üç ayrı aşamasına da yayıyor. Ben ise, ilk iki aşamada kalmasını, üçüncü aşamada alabildiğine kitleselleşmeyi, dolayısıyla demokratikleşmeyi öneriyorum. Herkes bu sürece katılabilmeli, en ileri düzeyde sanattan payını alabilmeli. Ama bu yayılma elbette geriye dönerek, bir ölçüde ilk iki aşamayı etkileyerek yumuşatacaktır. İşte bu nokta önemli. Özkan Bey bu geri beslemeyi yad- sıyor asıl. Bence herkes sanat ürününden yarar- lanabilmeli, bunun koşulları oluşturulabilmeli.


Biz yapıtı ortaya koyarız, sinema salonunda, konserde, tiyatroda. Taşlık Sahaf’ta masamıza açarız, sayfalarını yüksek sesle okuruz o kadar. Bunu isteyen dinler istemeyen dinlemez. Payını alıp almamak, tümüyle izleyicinin keyfine kalmış. Sanat alıcısının ürünle etkileşime girerek onun hedefi olup olmaması tümüyle kendi bi- leceği iş. Burada zorlayıcı bir davranışta bulunmak olanaklı mı? Kimi kendine güvenir, yoğun bir zihinsel etkinliğe, yokuşu tırmanmaya, doruğa çıkmaya hazırdır; kimi sanatsal etkinlikten yalnızca eğlendirici, dinlendirici bir etki beklemektedir. Üstelik estetik haz aşamasını göz ardı edip, yalnızca hoşça vakit geçirmeyi amaçlayan çoğunluktadır. Eğlenmek de bir ruhsal gerek- sinimdir de ama sanattan asıl beklenen, dalga dalga yayılan estetik bir enerji yaratması ve herkesin bundan etkilenmesidir. Burada söz konusu olan somut bir yarar değildir. Estetik haz karmaşık bir duyguduruma en ileri insani gerçekleşmelerden biridir. Bunu olabildiğince çok yakalamalı bununla hem hal olabilmeliyiz.


Sanatsal süreçte böyle bir büyü var, bu ancak bireysel deneyimle yakalanan bir duygu, bir vecd hali. Bir özdeşleşme, bütünde erime hali. Sanat işte bu kadar geniş bir alanda var olma olanağı ve itici gücü veriyor. Sanat aracılığıyla insan dünyanın bütün kapılarına ulaşıyor. Dünya bütünüyle duyu organlarımızın algılamasına açık hale geliyor. İnsan bir paratonere dönüşüyor. Sanatsal enerjiyi algılama, yıldırımı çekip yakalama ve kendi enerjisine katma şansı da elde ediyor.

Sen sürekli tanımlamak peşindesin. Hani sezgi? Bence sanatın ortak bir ilkesi olması da gerekmiyor. Belirsiz, tamamlanmamış ve gizemli kalsın. Ahmet Haşim, şiirde anlam aramak, bülbülü eti için kesmeye benzer, diyordu. İnsan sanatla ile ruhunu arındırıyor. Bunu en iyi klasiklerle, başyapıtlarla yapabilir. Bir alt kata neden inelim? Aristoteles’e göre de sanat doğadaki eksikliğin tamamlanmasıdır. İşte elimizde hala kalabilen iki temel öğe. Doğa ve sanat. Doğa, bizim dışımızda bizden bağımsız bir varoluş. O kendi başına var olabiliyor. Yeter ki biz onu bozmayalım tüketmeyelim. İnsan olarak ise bizim eğer yapabilirsek övünebileceğimiz yalnızca sanat var. Onu da sıradanlaştırıp kendimize benzetmeyelim.


Ama Özkan Bey, sen sanat izleyicisini edilginleştiriyorsun. Onu sanat olayının öznesi olmaktan çıkarıyorsun. Platon gibi “sıradan insanlara kalırsa, sanatın taklidin taklidi olarak düşüşe geçeceğini” söylüyorsun. Ancak ideaların ilk örnekleri yansıtabilirse, elit sanatçıların klasiklerde yapabildiği gibi gerçek sanata ulaşılabileceği savındasın.


Ben yalnızca klasiklere, başyapıtlara direnmeden teslim olunmasını öneriyorum. Aslı varken niye taklit? Elbette ideaların ilk örnekleri yansıtılabilirse gerçek sanat olur. Bu ise kuşkusuz “olanın ötesinde olması gereken”in üretilebilmesiyle olanaklı. Daha ileride ise etik ve estetik olanın birliği var.


İdeal olanı erişilebilir bir çerçevede tanımlarsan görüşlerimiz birbirine yaklaşıyor. Ben de zaten somut ve dönüştürülebilir olanla, ideal arasında bir etkileşim yaratarak izleyicinin nitelikli sanata yönelebileceğini umuyorum. İdeal aslında doğada da toplumda da olmayan bir şeydir. Sanat da ideali arar.


Sanatsal yaratım, bir kerede olup biten bir deneyimdir. Sanatçı kendi hayal gücüyle yaratır yapıtını. Ama ideali yaratma güvencesi kimse için söz konusu olamaz. Sonucu zamana karşı dayanabilme gücü belirleyecek. Klasikler deyince bütün zamanlar boyunca yaratılmış en iyi yapıtlardan söz ediyoruz. Eğer okunacaksa, yukarıdan aşağıya onları okumak daha mantıklı değil mi?Bu tür yapıtları okumayı da bir sanatsal eylem saymalıyız.


Ben daha ileri gidiyorum. Dahi sanatçılar ve sıra- dan okuyucular ikileminde kalmaması gerektiğini düşünüyorum sanatsal sürecin. Varsın sanat öykünme olsun. Aslına olabildiğince bağlı olsun da. Sanatla estetik hazzı kollayalım yeter. İnsanı kendi yaşamının öznesi yapan şey aslında estetik haz. Öteki etkinlikler diyelim politika, diyelim çalışma, tek boyuta indirgiyor hizaya sokuyor yabancılaştırıyor, tüketiyor insanı. Sanat dolayımında ise insan kendini bu kaostan kurtarıyor, kendine egemen oluyor.



Comments


bottom of page