Hamam; suyun özel bir düzenle ısıtılması suretiyle sıcak ve soğuk suyu bulunan, insanların yıkanması için yapılmış bir tesistir. Arapça’da “ısıtmak, sıcak olmak” anlamındaki hamm (hamem) kökünden türeyen hamam (hammâm) kelimesinin sözlük anlamı “ısıtan yer” demek olup “yıkanma yeri” mânasında kullanılmaktadır.
Eskişehir’de yaygın bir söz vardır!.. “Her Eskişehirli er kişi bir gün kadınlar hamamından kovulmayı tadacaktır!”. Ben de kovuldum!.. “A yavrum, babanı da getirseydin!” gerçeğiyle yüzleştiğimde henüz 4-5 yaşlarındaydım. Erkekler hamamı ile tanışmama ise daha 4-5 yıl vardı. Mahallelinin su ihtiyacını sokak çeşmelerinden karşılandığı 1960’lı yıllar ve öncesinde her evin banyo ile ilgili bir sistemi de henüz oluşmamıştı. Acil durumlar için en fazla güğümde su ısıtılır ve leğende yıkanılırdı. Banyo ihtiyacını giderebilmek için hemen herkesin haftanın bir iki günü hamama gitme alışkanlığı vardı.
Eskişehir’deki hamamların geneli, “Sıcak Sular” denilen şehrin merkezi bölgesi Köprübaşı’nda toplanmıştır. Çünkü burada on metre derine indiğinizde jeotermal bir su yatağına ulaşmanız mümkündür. Bu bölgeden uzaklaştığınızda ise böyle bir suyu elde etmek için daha fazla derine inmeniz gerekmektedir. Eskişehir’in en eski yerleşim yeri olan Odunpazarı’ndan hamamların olduğu bölgeye giden yolun ismi bir zamanlar daha doğru bir tanımla “Yunak” caddesi iken, bugün “Hamamyolu” caddesi olarak kayıtlıdır. Bunun yanında; buradaki yapılar her ne kadar hamam olarak adlandırılsa da, bu durum hamamın tanımıyla pek örtüşmemektedir. Çünkü hamam; suyun özel bir düzenle ısıtılması suretiyle sıcak ve soğuk suyu bulunan, insanların yıkanması için yapılmış bir tesistir. Arapça’da “ısıtmak, sıcak olmak” anlamındaki hamm (hamem) kökünden türeyen hamam (hammâm) kelimesinin sözlük anlamı “ısıtan yer” demek olup “yıkanma yeri” mânasında kullanılmaktadır. Yer altından fışkıran, içinde kimyevî maddelerin varlığı sayesinde bazı hastalıklara karşı şifa verici özellikleri bulunan suların kullanıldığı yapılara da bazen hamam denilmekle beraber bunlara; jeotermal banyo, kudretten kaynama, kaplıca ya da suyun genellikle tabii olarak sıcak oluşundan dolayı ılıca adı verilir. Kaplıcaları hamamlardan ayıran en önemli özellik ise büyük yıkanma mekânının ortasında bulunan geniş havuzdur. Hamamlarda ise havuz yerine göbek taşı bulunur. Çocukluğumuz işte bu hamamlarda (!) ve havuzlarında geçti, yüzmeyi bile orada öğrendik. Fakat denizle ilk tanıştığımızda ağzımıza dolan tuzlu sudan, yüzmeyi biraz yanlış öğrendiğimizi farkettik!..
Toplumsal yaşamımızda ev dışı ortamlardan biri olan hamamlar; kadın ve erkeklerin ayrı ayrı buluşma yerleri olmuşlardır. Tabi bu hamam alışkanlıklarının, kadınlar için çok daha önemli ve özel olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Çünkü hamamlar; sadece yıkanıp, temizlenilen yer olmanın ötesinde; buluşma, kaynaş- ma, vb. etkinliklerin yapıldığı yerler olarak kadınlarla özdeşleştirilmiştir. Böylece hamama farklı bir anlam katan kadınlar, akrabaları, komşuları, dostları ile gittikleri hamamda sohbetler etmekte, eğlenmekte, erkek çocuklarına kız beğenmekte, mahalledeki dedikoduları dinlemektedirler. Ayrıca hamamlar; kadınların güzellik enstitüsüydü de. Yüz, saç, vücut bakımı, bazı rahatsızlıkların çeşitli bitki ve yağlarla tedavisi, gün boyu hamamda yapılırdı. Kadın; ruhunu, bedenini böylece güçlendirir ve güzelleştirirdi. Terleyen beden, ipekten, ketenden yapılmış, ele geçirilen keselerle ovulur, cilt ölmüş derilerinden temizlenir, defalarca sabunlanır, tüm toksinlerden arınır ve kadın kendini kederlerden temizlenmiş hissederdi. Bu sayede kadınların toplumsal yaşamlarının tüm renkleri bir kültür sanat şölenine dönüşürdü. Hamamlar aynı zamanda bazı önemli günlerin de kutlandığı mekanlardı. Nişanlanan bekâr kız için ‘nişan hamamı’, düğün başlamadan bir gün önce yapılan ‘gelin hamamı töreni’, doğan bebenin kırkıncı günü kutlanan ‘kırk hamamı’, yeni doğum yapanlara ‘lohusa hamamı’, ailede ölüm olmasından yirmi gün sonra tüm akrabaların eş dostla birlikte gittiği “yas alma hamamı’, bir dilekte bulunan kişinin, dileği gerçekleştiğinde yapılan ‘adak hamamı’, ev sahibinin, konuğunu tanıştırmak için akrabalarını ve dostlarını hamama davet ettiği ‘misafir hamamı’, dini bayramlardan önce gidilen ‘bayram hamamı’ ve ‘damat hamamı’, ‘sünnet hamamı’, ‘asker hamamı’ gibi. Böylelikle hamamlar, toplumsal belleğin yaratıldığı, sosyalleşme ortamı olarak hafızalarımızda yer etmenin ötesinde, bir halk kültürünün yaratılmasına da katkı sağlayarak, dünle bugün arasında bu geleneklerin sürmesine yardımcı olmuştur.
Erkekler, hamamın sunduğu; takunya/terlik, peştamal, havlu, hamam tası, tarak, vs. gerekli eşyalarla yetinirken, kadınlarda bu durum bir hayli farklıydı. Kadınlar, hamam bohçasına sarılı olarak evden getirdikleri; Havlu takımı, peştemal, hamam tası, nalın, sık ve seyrek taraklar, sabunluk, keseler, sabun, hamam yaygısı, hamam tülbendi, mücevher kutusu, ayna, sürmedanlık, kına ve rastık tasları, iç ve dış bohçalar vs. ile hamama giderlerdi. Onları bohça ile gören tanıdıkları, “iyi komşular” dileğinde bulunurdu. Buradaki “komşu”, hamamda aynı kurnayı kullananları tanımlıyor. Şayet kurna komşusu problemliyse, genelde; “suyu az kullandın / çok kullandın, suyu sıcak / soğuk açtın, üzerime su sıçrattın” gibi sebeplerden kavga çıkardı. Bu durumda da en büyük silah peştamala sarılı bakır hamam tasları veya takunyalardı. Tabii kavga sadece bu sebeplerle de çıkmazdı! Hamamları kendileri için özel bir yaşam ve özgürlük alanı olarak belirleyen kadınlar, bu özgürlüğü de alabildiğine kullanmak istedikleri için, hamama gittiklerinde orada daha uzun süre kalmayı alışkanlık edinmişlerdi. Yani; hamama giren kadınlar için; ‘bir kalıp sabunu bitirmeden çıkmaz’ gibi bir anlayış hakimdi.
Hamama gelen kadın çok, kurna sayısı sınırlı olunca da geç gelenler kurna sırası bekler, bekleme süresi uzayıp da sabrı taşanlar ile de genellikle kavga çıkardı.
Yıkanma süresi daha kısa olan erkeklerde ise, böyle bir durum ancak; Cüneyt Arkın, Jackie Chan gibi aksiyon aktörlerinin filmlerinde ya da Tosun Paşa gibi komedi odaklı filmlerde görebileceğimiz bir fanteziden ibaretti. Aksine; banyo sonrası havlulara sarılı bir vaziyette, kahvenizi, limonlu çayınızı veya maden suyunuzu yudumlarken hiç tanımadığınız, sosyal statüsünü bilmediğiniz insanlarla derin bir sohbet içinde bulabilirsiniz kendinizi.
İnsanların; temizlik, sağlık, inanç gibi nedenlerle suyla olan ilişkisi, yıkanmak için yeni yapılar inşa etme ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Tarihte bu amaçla inşa edilmiş yapı izlerine; Hindistan, Mezopotamya, Babil, eski Mısır, Antik Ege ve Yunan uygarlıklarında rastlanmaktadır. Yıkanma özellikle Antik Yunan döneminde önem kazanmış, bu dönemin insanları suyu, bedeni temizleyen, aynı zamanda ruhu rahatlatan, dinlendiren bir araç olarak kullanmışlardır. Yunanlılar, hamamı; sadece dinsel ritüeller için kullanmamışlar, halkın da kullanımına açık olan hamamları, spor faaliyetleri sonrası sakatlıkların ve hastalıkların tedavisi için de yararlanabilecekleri hale getirmişlerdir. Bu durum sanata da yansımış, ele geçen bazı süs eşyaları ve vazolar üzerinde hamamda yıkanan kadın figürleri ele geçmiştir. Ama hiçbir medeniyet bu yapıların oluşturulmasında Romalılar kadar çıtayı yükseltmemiştir. “Roma Hamamı”nı ortaya çıkaran bu gelişim, Roma’nın mühendislik ve mimarlık alanındaki önemli buluşlarının bir sonucudur. Vezüv yanardağının patlamasından sonra küller altında kalan Pompei şehrinde yapılan kazılar, bu hamamların yalnız temizlik için değil, zevk ve eğlence için de yapıldığı anlaşılmaktadır. Romalılarda sınıf farkı olduğu için, hamamlarda kölelerle asillerin giriş kapıları ve yıkandıkları yerler ayrılmıştır.
Roma hamamlarında ayrıca buhar banyosu yeri, soğuk ve sıcak su havuzları da vardır. Anadolu’da yaşayan toplumları, bu toplumların dinlerini ve suya, temizlenmeye verdikleri önemi incelediğimizde ise, 6 bin yıl öncesinde varlık gösteren Sümerlilere kadar uzanan bir su kültürü (hamam geleneği) olduğu bilinir. Suyu kutsal olarak görmek ve ona bereket anlamı vermek hamam kültürün bir başlangıcı olmuştur. Anadolu’daki bu uygarlıklarla başlayan kültür, ilerleyen zamanlarda; Yunan, Roma, Bizans medeniyetleri ile birleşmiş ve gelişimini sürdürmeye devam etmiştir. Ama bu kültüre; hem güncellik katan, hem de onu ölümsüzleştiren, ‘Türk hamamları’ olmuştur. Türkler, Asya’da yaşarlarken de ‘Suġınġu’ dedikleri buharlı banyoları vardı. İşte, Asya’dan getirdikleri ile Anadolu’da buldukları hamam kültürü birleşti ve ortaya yeni bir ‘Türk Hamamı’ sentezi çıktı. Onların gelenekleri, inançları, yaşam felsefeleri içinde hamamlar müesseseleşti. Hattâ kimi yerlerde, hamama, ücret bile vermeden girilen güzel bir gelenek vardı. Çünkü geçmişte, hamamlar, tıpkı çeşmeler gibi devletin halka sunduğu hizmetlerdendi. Su, sebil sayılırdı. Hayır işlemek isteyenler çeşme, hamam yaptırırdı. Böylece, kendisine özgü bir Anadolu Türk Hamamı kültürü doğdu. Bu kültür giderek yaygınlaştı ve Anadolu’dan Avrupa’ya, Amerika’ya kadar ulaştı. Bugün birçok ülkede, hamamlar, “Türk Hamamı” adı altında çalışmaktadır. Birçok Avrupalı ressam; Türk Hamamı ve hamamda kadın topluluklarını konu alarak tablolarına, gravürlerine işlemiştir.
Hamam yapılarının mimari gelişimi ve işleyişi incelendiğinde farklılıklar görülebilmektedir. Ancak temelde benzer özellikler taşır. Örneğin Roma hamamlarında Apoditerium (soyunma mekânı) Türk hamamlarındaki soyunmalık bölümünün işlev olarak aynısıdır. Türk hamamları; Soyunmalık (Camekân), Ilıklık (Soğukluk da deniyor), Sıcaklık ve Külhan gibi bölümlerden oluşmaktadır. Erkek hamamlarında kese ve sabun işlerine bakanlara ‘dellák’, kadın hamamındakilere ise ‘nátır’ adı verilirdi. Hamam görevlileri ise; külhancı, peştamalcı, meydancı, helvacı ve çıkmacıdır. Hamam anası, hamamcı kadın, hamamcı teyze ismiyle anılan kişi ise hamamın sahibinden sonra gelen bir diğer önemli kişidir. Bu kişi; gelen müşterileri yönlendirerek yıkanacak yerleri gösterdiği ve gün sonunda da ücretleri tahsil ettiği bilinmektedir. Türk Hamamı; kurna, musluk ve göbek taşından oluşmaktadır. Hamam tası, sabun, sabunluklar, lif, havlu, kese, ekose peştamal, nalın, hamam otu, ponza taşı, takunya, gülabdan, şerbetlik ve buhurdan Türk Hamamı’nın en önemli aksesuarlarıdır.
Duşlu, küvetli banyoların evlere girip, yaygınlaşmasıyla birlikte insanların yıkanma alışkanlıklarında da değişiklikler başlamıştır. Bu süreç hamamları ortadan kaldırmamışsa da, onların sosyal karakterinin giderek zayıflamasına neden olmuştur. Bugün Eskişehir’de bulunan hamamların da yukarıda sözünü ettiğimiz sebeplerden ötürü sosyal işlevlerinin zayıfladığını, ancak bazı hamam adetlerinin hala devam ettiğini söylemek mümkündür. Böylesi devasa bir kültürün kaybolmaması, gelecek nesillere anlatılabilmesi için; İstanbul, Ankara, Eskişehir ve Gaziantep’te “Hamam Müzeleri” oluşturulduğunu da ekleyeyim. Bunların yanında lüks otellerin bir parçası olarak hizmet veren modern hamamlar ve SPA’lar turistik birer misyon üstlenmişlerdir. SPA; “Sudan Gelen Sağlık” anlamına gelen Latince kökenli “Selus Per Aqua” kelimelerin baş harflerinden oluşuyor. Bu terimin kökeni Roma İmparatorluğu’na kadar dayansa da aslında gerçek bir Türk Hamamı sistemini içerisinde barındıran, su ve yanına eşlik eden yağlar ve taşlar ile yapılan terapi ve masajları ifade etmektedir.
Yolu düşenlere şimdiden “Sıhhatler Olsun!”..
Commenti