top of page
Yazarın fotoğrafıMehmet Serdar

NECATİGİL



Bir insanın arkasından söylenecek en güzel söz “İyi bir insandı.” demek olmalı. Behçet Necatigil’in kızı bunu rahatlıkla söyleyebiliyor: “Babam, iyi bir insandı. Babam, sessiz, sakin, içine kapanık, eşitlikçi, demokrat, hak yemez bir insandı.”



Çok disiplinli biriydi Necatigil. Dur durak bilmez çalışırdı. Tatil nedir bilmezdi. Yapıtları, yazıları ortada. Kendini edebiyatımızın bir görevlisi sayıyordu. Hasan Ali Yücel’in çeviri bürosunun görevini sürdürenlerden. Çeviri kitapları gözden geçirilince ne kadar önemli işler yaptığı anlaşılır. Çalışmaya başlayınca bütün dünyayla ilişkisi kesilirdi. Çalışmasında istediği sonuca ulaştığında ise çok mutlu olurdu. Karısı da çok sevinir, evin içini bir coşku dalgası kaplardı.

Necatigil ünlü bir yazardı, ama kimseye hiçbir zaman kitap okuyun demezdi. Kendi yazdığı bir kitap için bile böyle bir istekte bulunmazdı. Çocukları için işe yarayanın, bir komut almaktan çok rol modeli izlemek olduğunu bilirdi.


Necatigil, alışkanlıklarından kolay vazgeçemezdi. Hele çalışma mekânında masasının üzerinde yapılan en ufak bir değişiklik, onu çok rahatsız eder, huzurunu kaçırırdı. Eşya tutuculuğu vardı.

Necatigiller karı koca öğretmendiler. Evde iki kız kardeş vardı. Bir de bakıma muhtaç babaanne. Onun yanında her an bir büyük bulunmalıydı. Bu nedenle anne baba Necatigiller, haftada değişimli üçer gün çalışırlardı.

Çocukların arkadaşları, gündüz onlara gittiklerinde babayı evde görünce yadırgarlardı. Ötesi, onu mutfakta yemek yapıp bulaşık yıkarken görünce, hayretler içinde kalırlardı. Babanın onlar tarafından yadırganması abla kardeş Necatigilleri çok üzerdi. Ama devir değiştikçe abla kardeşin düşünceleri de değişti. Ne güzel dediler, baba kendini çocuklarla eşit sayıyor. Kimseye büyüklük taslamıyor. Kadın erkek ilişkilerinde, o düzeye bugün bile kavuşamadık.

Beşiktaş’taki ilk evleri, kutu gibi küçücük bir evdi. Anne, bir an önce daha büyük bir eve çıkmak istiyordu. Baba ise daha büyük eve gerek görmüyordu. Ama bir süre sonra daha fazla direnemedi. Yeni bir eve çıkmayı kabul etti. Eskisine göre çok daha büyük bir eve geçtiler. Ama yine evin en küçük odasını baba Necatigil aldı. Hilmi Yavuz’un orada yazdığı şiirlere bakarak “odası dünyadan daha büyük” dediği söylenir. Yeni ev, babanın dışında herkesi çok mutlu etti, ama baba, bu ev değişikliği için oturdu, şu şiiri yazdı. Ev halkı, daha iyi bir yaşama geçerken sevinç içindeydi. Fakat baba, o sokakta kalanlara karşı bir suçluluk duyuyordu.

Bir ara babanın hastanede yatması gerekmişti. Üç kişilik bir odada kalıyordu. Hastanede onu tanıyanlar, olanakları zorlayarak ona tek kişilik bir oda sağladılar. Ama O, bunu adam kayırmacılık sayarak kabul etmedi. Tek kişilik bir odaya geçmeyi, odasında kalan diğer iki kişiye karşı yapılmış bir haksızlık saydı. Başka farklılıkları da vardı babanın. Yemek masasındaki bölüşmelerde hep çocukların en iyisini yemesini, içmesini isterdi. Diyelim bir elma kesip dağıtacak, çocuklara sağlam kısımlarını verir, çürük taraflarını kendisi alırdı. Aslan payı hep çocuklarınındı.

Evde kimseden bir hizmet beklemezdi. Özellikle çocuklardan. Çocuklar babaya çay ya da su hiç getirmedi. Çocukluğundan hiç söz etmezdi. Ama onlara karşı bu olağanüstü verici ve incelikli tutumunun hep çocukluğuna ilişkin kökleri olduğunu düşündürürdü.

Kuşkusuz kızdığı zamanlar da vardı. Ama kızdığında hırçınlaşmaz suskunlaşırdı. Uzaktan bakınca dumanının tüttüğü görünürdü.

Çocukları Necatigil’i yirmili yaşlarının başlarında yitirdiler. Kırklı yaşlarının başında ise yeniden buldular, daha doğrusu keşfettiler. Yazarak elbette. Eşi ve çocukları, ondan kalan çalışmaların zaman içinde dağılıp yiteceğini acıyla anlamışlardı. Daha doğrusu gündemlerine böyle bir sorun aldılar. Kuşkusuz yazar ve dost çevresinden de ondan kalanların toparlanması, düzenlenmesi, yayımlanması konusunda artan ölçüde baskı görüyorlardı. Kısa süre içinde hem surunu tanımladılar hem de birbirlerini görevli kıldılar.

Küçük kardeş, anne ve ablaya göre yazıya daha yakındı. Önce oturup bir otuz kırk sayfa kadar yazdı. Sonra yazdıklarını babanın en yakın dostu Kamuran Şipal’e götürdü. O, okudu, tamam, devam et, dedi. Yayıncılar, yazarlar, dostları böylece uzun dönemli bir çalışmanın içine girdiler. Yalnızca günışığına çıkmamış olanlar değil, yayımlanmış olanlar da yeniden okundu. Bu çalışmalarda Necatigil daha derinlemesine anlamaya başlandı.

Necatigil bu dünyada kendi benliğiyle derdi olan bir şairdi. Amaçlarına ulaşamayınca kendisiyle çatışan, başaramayan şair. Kendini aşamayan, tamamlanamayan, korkan, tedirgin olan, yaşamı bir azap olarak kavrayan şair. Necatigil’in şiirinde yaşamına ters düşen bir şey yoktu. Olağanüstü derinlikli, sıkı dokunmuş ve çoğul okumalara açık bir şiir.

Onun şiiri, okuyanı hemen kendi derdine ortak eder. Çünkü onun dertleri, insanın temel sorunlarıdır. Onun dertleri yarım kalmışlık, yaşamın azap oluşu, tedirginlik, boşunalık duygusu...

Küçük kardeş, arasında küçük kardeşin de tanık olduğu olayları, bağlantıları görünce, bu çalışmadan büyük bir mutluluk duydu.


Aşağıda yer alan Eski Sokak şiiri, Necatigil’in insanlara karşı nasıl bir sorumluluk duygusu içinde olduğunu çok güzel gösteriyor. Komşuları nasıl tek tek izlediğini, uzaktan da olsa onlara hiç gösteremediği yakınlığı duyumsuyorsunuz. İnsanların acıları ve sıkıntılarına bu kadar duyarlıyken, bunu belli edemediğine nasıl üzüldüğünü anlıyorsunuz. Onları hep kendinden saydığını gösteren nefis dizeler. “Komşunuzduk ama görüşemedik, hiç vakit yoktu.” Küçük ahşap bir dizi evlerdi.



Comments


bottom of page